Güncelleme Tarihi:
İki Dil Bir Bavul’dan Babamın Sesi’ne uzanan yolu konuşalım önce. İlk filmin Zülküf’ünü Hasan, Vehip’ini de Mehmet olarak düşünebilir miyiz bu filmde?
Orhan Eskiköy: İki Dil Bir Bavul’u çekerken, Zeynel bir belgesel yapmak istediğini söylemişti. Kendi aile tarihini babasından kalan ses kasetleri üzerinden ele alan. İlk filmin çekimlerinde hep çocuklarla birlikte yaşamıştık. Şu soruyu bir kez unuttuğumu hatırlamıyorum: “Bu çocukların geleceği nasıl olacak?” Yoksul bir ailenin çocuğu için en önemli sıçrama tahtası eğitim. Aksi takdirde bir iş sahibi olamayacak. Mutsuz olacak yani. Bir yanda Zeynel var, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Sinema Atölyesi Koordinatörü bir adam. Bir tarafta bizim ilk filmdeki çocuklar, diğer yanda dağa gitmişler. Hangi filtrelerden geçip farklı koşullara geliyorlar? Zeynel’in projesiyle karşılaşınca bağlantı kurulmuş oldu. Babamın Sesi’ni de çekip, anadilinde eğitim alamayan çocukların aydınlık bir geleceği olamayabileceğini anlatmak istedik. Zeynel bunu başarmış ama, abisi Hasan çareyi dağa gitmekte bulmuş nitekim.
Başta bir belgesel çekme fikri var, ancak sonra filmin kurmaca olmasını istemişsiniz. Muhtemelen daha çok kişiye ulaşabilmesi için. İki Dil Bir Bavul’da da aynı üslup vardı. Niçin olayı yaşamış insanlar Zeynel Doğan ile annesi Base Doğan’ı oynatmayı tercih ettiniz?
OE: Bu sinemasal bir tercih. Karşılıklı güven etkili oldu aslında. Zeynel’in ve annesinin kurmaca veya belgesel olsun, kendilerini oynayabileceklerine baştan beri inanıyordum. Belgeselden dönmemizin sebebi İki Dil Bir Bavul’da festivallerin ulusal yarışma bölümlerine girmekte çok zorlandık. Belgesel olduğu için kabul etmiyorlardı. O dönemde biraz canımız sıkılmıştı. Bir de Babamın Sesi’nin hikâyesinde belgeselin ulaşamayacağı sinemasal keyifler vardı. Özellikle seslerle bir imge yaratmak.
Zeynel Doğan: İki Dil Bir Bavul’daki gibi, insanlar bir şekilde dili öğreniyorlar. Ama o insanların hayata nasıl karıştığına dair bir cevap, Babamın Sesi’yle geliyor. Orhan, film kurmaca olduğu takdirde gelebileceği noktayı görüyordu. Ailenin yaşamadığı olaylar da var. Ama belgeselin gücü yine hakim kaldı ve kurmacayla gerçeğin dokusu birbirine uydu.
Filmde karakterin adı niçin Zeynel değil de Mehmet?
ZD: Aslında aile içinde bana Mehmet diyorlar. Köyde de birçok kişi Mehmet olarak tanır. Doğduğumda köyde birçok yaş grubundan Mehmet Doğan zaten vardı. Babam demiş “Başka isim koyalım biz buna.” Zeynel diye geçirmişler kimliğe. Annemle olan sıcaklığı koruyabilmek için filmde Mehmet dedik.
ANNEMİN OYUNCULUĞU İYİ KURMACADA ZORLANDIK
Annenizi filmde oynamaya nasıl ikna ettiniz?
ZD: Annem aslında her anne gibi çocuğunun başarılı olması için fedakarlık yapar. Ödevlerimde de bana destek olurdu. Gazetecilik okurken de fotoğrafçılıkla ilgili projelerim olurdu, annemin portresini çekerdim. Yani fotoğraf makinesi ve kameraya aşinalığı var. Kayıt yapmaya başlayınca, aslında onun da anlatmak istediği çok şey olduğunu anladım. Ben onun kadar başarabilseydim oyunculuğu, filmin gücü artacaktı belki. Zor olan kısmı annemi kurmacaya ikna etmek oldu. Ama yine de söylediği şey şuydu: “Yapabileceğime inanıyorsanız yaparım. Yapabilir miyim peki?” diye sordu, “Sen istersen yaparsın” dedik.
Ya çekimler?
ZD: Evet, dedi ama çekim sürecinde olacakları öngöremezdi. Evine birçok müdahale yapıldı. 3 ay evine bir sürü insan girip çıktı. Zaman zaman gerildi ama en zorlandığımız anlarda bile o ayaktaydı. Bir yandan da yemek yapmaya çalışıyor bize... Dur anne, diyordum “Bu profesyonel bir iş, yemeği yapacak ekip var.” O hala “Terlik giydiniz mi oğlum” diyor ekibe.
Filmi izledi, sonra ödül haberini aldı. Ne söyledi?
ZD: Filmin geldiği durumdan memnun. Adana’da bekliyor ama ödül çıkmıyordu. Orhan çıktı ‘en iyi senaryo’ ödülünü aldı ama, filme Yılmaz Güney ödülü de gelmeyince, bana dönmüş diyor ki: “Bana dediler birkaç yerde daha iyi oyna, tekrar çekelim diye, ben yapmadım ya o yüzden olmadı.” Oyuncu ya, özeleştiri de veriyor yani. Film büyük ödülü alınca acayip sevindi tabii.
OE: Yönetmenin istediği hissi açığa çıkarabilen iyi oyuncudur. Base Teyze öyle işte. Bence Türkiye’de onun rolünü oynayabilecek bir kadın oyuncu yok.
ZD: Gelen sessiz telefon çağrılarıyla konuştuğu sahnelerde Hasan’a gerçekten sitem ediyordu. Sahiden mesaj gönderiyor. Olur da bir yerde izlerse filmi diye, o bilinçle yaptı herhalde.
Yahu bir işe giriştik ama ya altından kalkamazsak diye korkmadınız mı hiç?
OE: İstanbul’da bir test çekimi yapmıştık. O gün çok korktum. Çünkü Base Teyze hiçbir şey yapamaz hale geldi bir anda. Evinden başka yer olduğu için öyledir dedik. Ama çok korktuğumu hatırlıyorum.
Bu filmle Base Teyze’yle birlikte siz de geçmişle hesaplaşma sürecine girmiş olmalısınız...
ZD: Özellikle Orhan bu işe dahil olduktan sonra cesaret edemeyeceğim birçok soruyu sormak ve cevaplamak zorunda kaldım. Belki de o duyguyla ilgili cümle kurmak. Ama filmle birlikte annemi daha iyi tanıma fırsatı buldum. Kardeşlerim için de aynı şey geçerli. Daha önce bizim için sıradan bir anneydi. Ama şu an yaşanmışlıklara rağmen ayakta duran ve bizi taşıyan, hakkı verilmesi gereken bir kadın. Film ailemizin geçmişte yaşadıklarıyla ilgili içimdeki zehri, derdi atmamı sağladı. Babama karşı vefa borcumu ödedim, rehabilitasyona girdim...
BİZ BU ATIŞMALARLA MUTLUYUZ
Bir sette iki yönetmenin borusu nasıl öter? Aynı setin ikinizine dar geldiği olmadı mı hiç?
OE: Çok kolay olmadı valla! Ama filmden önce de yakın arkadaştık. Birbirimizin arızalarını biliyoruz. Zeynel benim çabuk sinirlendiğimi, reaksiyonlarımın bazen aşırı olduğunu biliyor.
Sette yönetmen terörü estiriyor musunuz yani?
ZD: Kurban olam sor anam, sor bunları!
OE: Ya tamam, zaman zaman oldu. Ne kadar aşırı gülüyorsam, dibine kadar da sinirlenebiliyorum. Öyle durumlarda idare ettin beni. Zeynel de bir şeye takıldığı zaman, o olacaktır. Ben de onu bildiğimden ısrarcı olmam.
ZD: Başta anlaşmamızı yapmıştık. Ben oynayacağım, annemin yükü büyük oranda benim sırtımda olacak, diyaloglar Kürtçe diye dile kafa yormam lazım...
Yönetmen olarak ikinizin adı yazdığına göre çekimlere müdahaleniz olmuştur...
ZD: Memnun olmadığım yerde tekrar alalım falan diyordum. Base öyle davranmaz diyordum bazen.
OE: Filmde bir sahne var. Zeynel oyunculuğu bırakıp, annesine bakıyor, iyi oynuyor mu diye...
ZD: Çaydanlık sahnesini mi diyorsun? Ya o orada öyle değil ya... İnsan refleksi bu yani. Çaydanlık soba üzerinde taşıyor, hani zarar gelmesin diye.
OE: Orada sadece oyuncu olsan, çaydanlığı kontrol etmezsin öyle. Yok yok asla tam bir oyuncu modunda olamadı. Bana “Sen bana kızamazsın lan, bu filmin yönetmeni benim” dediği yerler var. Normal tabii.
ZD: Sen de neyi deşmeye çalışıyon ya... Biz mutluyuz iki kişi.
Tamam, filmin dış mekan çekimlerinden bahsedelim. Van Gogh tablolarını anımsatıyor sanki. Karakteri manzaranın içine yerleştirdiğiniz geniş kadrajlar ve renk paleti doğaya saygı duruşu gibi sanki. Ne dersiniz?
OE: Kişisel olarak manzaraya uzun uzun bakmayı çok seviyorum. Çekim yaptığımız yerler de buna olanak sağladı. Manzarayı olabildiğince içine alan kadrajlar yapmak hoşuma gitti. Renk paletini oluştururken, o doğanın gerçek olduğunu hissettirmeye ama bir taraftan da zarif durmasını sağlamayı amaçladık. Tablo lafı doğru.
NOKTA YERİNE VİRGÜLÜ TERCİH ETTİK
Topyekün baktığınızda filmin bir lafı var. Ama büyük sözler söyleme, slogan atma yoluna gitmemişsiniz. Bilinçli bir tercih olsa gerek...
OE: Tabii, böyle olsun istedik. Film bittikten sonra insanların aklında soru işaretleri olsun diye. Ben sinemadan böyle keyif alırım. Duygu dünyamda değişime yol açar.
Neticede Hasan’a ne olduğunu söylememeyi bu yüzden tercih ettiniz herhalde?
OE: O sorunun cevabı insanlara kalsın istiyorum. Önyargılar bu soruyu cevaplıyor. Milliyetçi biriyse, “Gebersin” der. Sosyal demokrat, “Keşke böyle olmasaydı” der. Bir Kürt ise ve mücadeleyi destekliyorsa, “Hasan kahramandır” der. Aslında Hasan’a ne olduğunun önemi yok. Savaş hala devam ediyor. Kürtler ve Türkler ölüyor. Biz neden bu hale gelindiğini gösteren bir film yaptık. Nokta koysaydık, bambaşka bir yargı yaratırdı. Biz bir virgül attık.