Batum’da bir aşk masalı
Türkiye sınırına hepi topu 45 km. uzakta, hemen yanı başımızda… Müthiş bir doğa, çok iyi olduğu hemen anlaşılan sanat ve kültür hayatı ve beni derinden etkileyen, sevgililere uğur getirdiğine inanılan aşk heykeli. Onu izlediğim 15-20 dakika zarfında tüm zorluklara rağmen birbirine nihayet kavuşmuş iki sevgili, o kadar insan içinde gelip ‘benden’ fotoğraflarını çekmemi istedi. Aşk’a boynumuz kıldan ince.
Bir varmış bir yokmuş... Yakışıklı Azeri bir genç varmış, varlıklı ve tutucu Müslüman ailenin oğlu, Alihan Şirvanşir. Nino Kipiani ise asil, Gürcü ve Ortodoks bir ailenin güzeller güzeli biricik kızıymış. Ali ve Nino, iki ayrı dünyanın gençleri ve bu iki genç birbirlerine engebeli bir aşkla yanıp tutuşmuşlar. Birinci Dünya Savaşı’na, din ve kültür farklarına ve de her türlü zorluklara rağmen evlenmişler, hatta çocukları bile olmuş. Ali, ailesinin işi nedeni ile İran’a taşınmış. Bu yeni hayat Nino’ya pek kolay değilmiş ama Ali’den de bir türlü ayrılamamış.
Sovyet orduları petrol peşinde Azerbaycan’ı işgal edince, Nino’yu bırakıp ülkesini savunmaya Azerbaycan’a geri dönen Alihan’ın savaşta ölmesiyle son bulmuş bu bol dikenli solmuş kırmızı gül hikâyesi. Kurban Said veya Sait Kurban, (Asıl adı Levi Nissenbaum’dır) 1905 Bakü doğumlu bir Yahudi ve ünlü roman ‘Ali ve Nino’nun yazarıdır. Tiflisli Tamara Kvesitadze, Gürcistan’ın Batum kentinde bulunan ‘Aşk Heykeli’nin yaratıcısıdır. Bir süre önce maalesef yıkılan Kars’ın ‘İnsanlık Heykeli’ni hatırlatan bu Aşk Heykeli beni çok etkiledi. Heykel, hâlâ dönüyor ve ben günün birinde bizde yıkılan insanlık heykelinin yeniden yükseleceğine inanıyorum.
Gökdelen hastalığını bizden kapmışlar
Deniz havasını kesen bir yığın gökdelen yapma hastalığı buralara da sirayet etmiş. Hastalığı kimden kaptıklarını Türk inşaat firmalarını görünce anlıyorsunuz. Batum Shota Rustaveli (Meşhur Gürcü Yazar) Devlet Üniversitesi’ni ziyaret ettim ve mezuniyet günlerine tesadüfen rast geldim. Mükemmele yakın ingilizceleriyle talebelerle sohbet ettim ve son derece aydın, çağdaş ve bilgili buldum. Gürcü halk dansları ekibi bize özel bir gösteri yaptı. Tabii ki bu yöresel danslarda biraz Kafkas, biraz bizim Karadeniz havası var ancak dansçıların klasik bale eğitimi almış olduklarını hemen seziyorsunuz.
Aşk heykelinde âşıklar beni buldu
İnsanlar ise tüm sevgililer için bu heykelin uğur getirdiğine inanırlar. Devamlı ziyaretçilerle dolup taşan heykelleri geceleri ziyaret daha keyifli, çünkü devamlı renk değiştiriyorlar. Orada bulunduğum 15-20 dakika zarfında tüm zorluklara rağmen birbirine nihayet kavuşmuş iki sevgili benden fotoğraflarını çekmemi istediler. O kadar insan içinde gelip “benden” bunu istemeleri!..
Batum'da üstün sanat, zayıf gastronomi
70 senelik komünist rejimin iyi ve kötü tozlarını hâlâ üzerinden silkememiş Batum; İyi: Eğitim ve Sanat üst seviyede. Halk dansları müthiş... Sanatsever, sanatçı bir toplum olduğunu seziyorsunuz. Maalesef opera ve balelerini göremedim ama binalarını görünce verilen değeri anladım. Kötü; Pratik zekâları törpülü değil. Yemekleri ve bilhassa şaraplarında duyduğumu bulamadım veya bize rast gelmedi. Gerçi bu gastronomi kültürü, tüm komünist rejim dönemi geçirmiş toplumlarda pek parlak değil galiba veya bana rast gelmedi.
İyi insan iyi sanat
‘Kako’ çok sempatik bir sanatçı. “İyi tabiatlı olmayan insan iyi sanatçı olamaz” teorim bazen çalışmasa da bu sefer çalıştı. Çok değişik bir atölyesi var. Açık bir çay üzerine koyu sanat sohbetleri ettik. Yağlıboya tablosu bir “’Self-Potrait’ 30’lu yaşlara yaklaşırken” dedi, “Elimdeki kırmızı güller aşk ve sevgiyi anlatıyor ama raptiye ile tutturulmuş boş ve yırtık kâğıt parçası henüz o yaşlarda hayatı bilmediğimi...” Veda ederken bana resim kataloğunu hediye etti. Ben ise ona bir kutu çifte kavrulmuş fıstıklı İstanbul lokumu...
Bir zamanlar Karadenizde
Karadeniz’in kıyılarındayız Gürcistan Batum... Türkiye sınırına sadece 45 km uzaklıktayız. Müthiş bir tabiat… Aklıma ister istemez Walter Pitmann ve Eric Ryan’ın kitabı “Nuh Tufanı” geliyor… Bu iki bilim adamına göre 22 bin sene evvel mini buzul çağı zamanı Karadeniz bir tatlı su gölü imiş ve şimdiki seviyesinden 200 metre daha aşağıda imiş. Tüm dünya buz altında iken buradaki mikro klima sayesinde buz tutmadığı gibi çok verimli toprakları varmış. İnsanlığın taş devri avcı ve mağara adamı olduğu zamanlar buranın insanları çiftçilik yapar, hayvancılık yapar, çömlek, kap kacak imal eder, ev kurarlarmış. Ne zamanki yerküre ısınmaya başlamış, buzlar erimiş, Akdeniz ve Ege yükselmiş, felaketler baş göstermiş. O ana kadar mırıl mırıl bu Karadeniz gölüne akmakta olan sonradan İstanbul Boğazı olacak olan tatlı su nehri etrafındaki dağlar birdenbire bir zelzeleyle birbirlerinden ayrılmış. Karadeniz gölüne büyük bir gürültüyle deniz suyu dolmaya başlamış. Her gün 30 cm yükselen göl, tüm kıyı köylerini basmış. Halkın bir kısmı yüce karlı dağlara doğru göç etmeye çalışıp soğuktan donarken diğerleri inşa ettikleri büyük bir gemiye hayvanlarını doldurup Karadeniz’e açılmışlar. İşte size Nuh’un Tufanı... Bitki örtüsünü ve azgın nehirleri görünce bu hikâye aklıma geldi. Hakikaten bu yöre insanları ve bizim Lazlar dünyanın en medeni insanları mı idiler 22 bin sene evvel?