Ayşe'nin Gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Eniştemin ablası evlendi

Masada, annemin 33 sene önce Türkiye'ye ilk geldiğinde, domates zannettiği, ‘‘Allah Allah, tadı da ne kadar tatlıymış!’’ dediği, saf saf ‘‘Çok da ucuz, nasıl olur!’’ diye eklediği, turuncu hurmalar var.

Hurma, bana Adana'yı çağrıştırıyor. Sıcağı, toprağı, bağlılığı ve aileyi hatırlatıyor.

Kısmet bu ya, hurmaların tam karşısında da, Sırrı Bey Amca oturuyor.

Herkes ona bakıyor.

*

Kivi yeşili bir takım elbise giymiş, içine de mis gibi bir beyaz gömlek çekmiş. Geriye taranmış beyaz saçlar, insanı kıskandıracak pürüzsüz bir ten ve plastik saplı bir jiletin becermesinin pek mümkün olamayacağı sinek kaydı bir traş.

O konuşuyor, odadaki onbeş kişi onu dinliyor.

Her hali, insana güven veriyor.

Üç yaşındaki yeğenim Lara, annesinin kucağında, bir elinde beyaz tavşanı, diğer elinde soyulmuş mandalinası, kızıl saçlarını gizleyemeyen mavi başörtüsünün altında, sessizce oturuyor, ayakları oturduğu sandalyeden yere değmediği halde, o odaya girmesine izin verildiği için kendisini büyümüş zannediyor, herkes Sırrı Bey Amca'yı dinlediği için, o da dinlermiş gibi yapıyor.

*

Limon sarısı ve kurumuş çim rengi bir kravat, ceketinin sağ cebinde de aynı kumaştan bir mendil. 60'larına gelmiş o beyefendi, o kadar zarif ve bakımlı ki, zannedersiniz ki, birazdan 2000 yılının erkek modası hakkında bir söylev çekecek.

Oysa ki, Sırrı Bey Amca ondört göbektir imam yetiştiren bir aileden geliyor. Ailesinin geçmişine ihanet etmiyor, müteahhitlik yapmasına karşın, yakınlarını kırmıyor.

Ve ne yapıyor?

İmam nikahı kıyıyor.

*

İmam nikahı deyip geçmeyin.

Ben de öyle yapardım eskiden.

Küçümserdim.

Çünkü kadınları kandırmak için kullanılan bir yöntem olduğunu düşünürdüm. Hani adam evlidir, bir de sevgilisi vardır, karısından boşanmaya ödü kopuyordur, ama kızı kaçıracak diye de üç buçuk atıyordur, çözümü bulur: ‘‘İmam nikahı yapalım’’.

Ya da kız küçüktür, henüz yarım akıllıdır, ona belediye nikahı fazladır, hem adam için bağlayıcıdır ama kızdan da vazgeçmeye niyeti yoktur, çözümü bulur: ‘‘İmam nikahı yapalım’’.

Özellikle yasak seksi meşru kılmak için kullanılan en kolay en ucuz mekanizmadır. Ayıptır söylemesi, daha yakışıksız biçimlerde kullanıldığını da duymuşluğum vardır. Üç dakikalık bir eylem için bile çeşitli ülkelerde alelacele kıyılıverdiği söylenir.

Sonrası kolay: ‘‘Boş ol. Boş ol. Boş ol!’’

Kısacası, modern çiftlerin hiç itibar etmediğini zannederdim.

Yanılmışım.

Arkadaşlarımdan kime sorduysam, imam nikahlı çıktı.

Yani normal nikahları var, ama imam nikahları da var.

Gerekçe mi?

‘‘Annem babam istedi. Ben de kıramadım!’’.

Sormasam, konuyu açmasam, asla söylemezler. Kapı gibi solcular da var aralarında. Ama ‘‘Acayip bir törenmiş’’ deyince de ‘‘Herhalde boşuna yapmadık!’’ diye kasılmayı da ihmal etmiyorlar.

Evet yasal değil.

Ama yasak da değil.

*

İmam nikahı salonda yapıldı.

Rica ediyorum, bu sefer de salon kavramını es geçmeyelim.

Eskiden çok kıymetliydi, yanlışlıkla girmeye kalksak ellerimizi kırarlardı. Çünkü hayat, oturma odası demekti. O salon, kapısı kapatılıp, her zaman temiz, tozsuz (ve ruhsuz) tutulmaya çalışılıp, o feci möbleleriyle ve kadife perdeleriyle misafirler için çürümeye terk edilirdi.

Artık böyle bir kavram yok.

Evlerde salon bile yok.

Yine de, imam nikahı eskiyi hatırlatan bir salonda gerçekleşti. Koskocaman bir masa ve muhteşem Adana yemekleri eşliğinde. Pek nostaljikti. Kısmetimiz bağlanmasın diye, ellerimi kavuşturmamız yasak. Ayak ayak üstüne atmamız da, saygısızlık olur. Kadınların başı bağlı. Ama istedikleri biçimde. Sırrı Bey Amca, resmen bir saat içinde hızlandırılmış din dersi veriyor. İçinizi kıymıyor, dindarlık derecenizi ölçmüyor, sorgulamıyor, evlenecek çiftin dini bilgilerini tazelerken, bizimkileri de es geçmiyor.

Çok iyi yani.

En çok tövbe duasından etkilendim.

- Ellerimizi, ayaklarımızı, gözümüzü, dilimizi... af eyle Yarabbim.

Tek tek organların da günahkar olabileceğini düşünmek, beni etkiliyor. Sanki ayrı varlıklarmış gibi. Sanki bizden bağımsızlarmış gibi. ‘‘Ben yapmadım Allah'ım elim yaptı. Onu affet!’’ diyorsun.

Sonra, meleklerden etkilendim.

Sağ ve sol omuzlarda duran ‘‘defter tutan melekler’’den.

Sağ omuzumuzda duran, iyilikleri kaydeden melek. O çok iyi. İçinden geçen iyi niyetleri bile, sevap diye yazıyor. Mesela deden ölmüş, sen uzun zamandır mezarlığa gidemiyorsun ama ‘‘Bir gidebilsem’’ diye içinden geçiriyorsun, gitmiş kadar oluyorsun, çünkü sağdaki melek yazıyor.

Aslında soldaki de çok iyi. O gerçi kötülükleri kayda geçiyor, ama hiç aceleci değil. Kötü niyetlerini kale almıyor, sen eyleme geçtikten sonra bile yedi saat bekliyor, belki tövbe edersin diye. Tövbe edersen sorun yok, günah yazılmıyor.

Yani çocuklarım olsa, din bilgisini bu biçimde Sırrı Bey Amca'dan almalarına hiç bir itirazım olmazdı. İnsanı korkutmuyor. Tam tersine bir arınma duygusu yaratıyor. Zora koşmuyor, tehdit etmiyor, şantaj yapmıyor, sevgiyle kucaklamaya çalışıyor.

*

Aslında biz orada, Sırrı Bey Amca'nın söylediğine göre nikah akti için toplanmış bulunuyorduk. Bu birbuçuk saatlik tören sonunda gördüm ki, bizler birlikte bir yaşam sürdürmeye karar vermiş, iki insan için, (Ayşe ve Nazif) evlilikleri iyi olsun, birbirlerini sevsinler diye dua ettik.

O kadar.

Gerçi damat biraz sıkıldı...

Gelin de önce gülüyordu, sonra katıla katıla ağlamaya başladı...

Sonra birinin cep telefonu öttü, büyükler kızdı...

Sonra Lara'nın başörtüsü kaydı...

Ela yerdeki mandalinaya bastı...

Nalan, gelinin (kardeşi oluyor) ayakkabısının altına adını yazdı...

Ablam Suna çocuklarını kontrol altında tutmaya çalışıyordu, çünkü baş örtüleriyle havlu savaşı yapmaya başlamışlardı...

Misafirler de artık acıkmışlardı bir an önce masadaki tatlılara yumularak, ani düşen şekerlerini yükseltmek istiyorlardı...

Kadın kısmı da, Zaimoğlu otelindeki resmi nikahtan önce, Kuaför Mahmut'a koşturmanın derdindeydi...

İşte, bir imam nikahı da böyle geçti, gitti.

HAMİŞ: Asıl skandal resmi nikahta patladı. Hani hep sorarlar ya, ‘‘İtirazı olan var mı?’’ diye, hani hiç çıkmaz ya, bu nikahta çıktı. Emekli avukatlardan Hikmet Hanım Teyze, yırtıcı kaplanlar gibi ortalığa atlayıp ‘‘Vaaar!’’ diye haykırdı. Nikah memurunu azarladı. Dedi ki, ‘‘Kadın, aile reisi erkeğin yardımcısı değildir, Medeni Kanun'daki bu değişiklik artık komisyonlarda görüşülüyor, siz niye hala yardımcı-mardımcı diyorsunuz’’. Neye uğradığını şaşıran nikah memuru da, bu ideolojik saldırı karşısında en sakin sesiyle, ‘‘Hanım Teyze ama daha hala komisyonda’’ dedi ve ekledi: ‘‘Geçsin, meclis onaylasın, biz de o zaman öyle söyleyeceğiz. Söz’’.

HAMİŞ 2: Gelin Ayşe Apa, şimdi soyadı Dildar oldu, bu yazıyı New York'a yerleşmek üzere giderken uçakta okuyor, eminim hüngür şakır ağlıyor.

HAMİŞ 3: İmam nikahı bahanesiyle ailemden bir kişiyi daha (eniştemin ablasını ve artık ‘‘müstakbel’’den ‘‘resmen’’e terfi eden kocasını) yazmış oldum. Size söylemiştim intikamım acı olacak diye. Şimdi kim kaldı geriye?

Yazarın Tüm Yazıları