HRANT Dink bir şeyler anlatmaya çalışan ama gürültüden ne dediğini bir türlü duyuramayan bir gazeteciydi.
Cenazesinde slogan atılmamasını vasiyet ettiğini duyuruyordu Agos Gazetesi.
Kim bilir, belki de cenazesinin arkasından yürürken sessizce düşünmemizi istiyordu.
Mesela Hrant adının pasaportunda neden Fırat diye yazıldığını düşünebiliriz.
Kardeşlerinden birinin adı dünkü gazetelerden birinde "Orhan" diye geçiyordu. Hangisi "Orhan"dı acaba, Hosrof mu, Yervant mı?
Bunu da düşünmekte yarar var.
Yılmaz Erdoğan’ın yönetiminde yayımlanan dünkü Radikal’de, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Ermeni fotoğrafçı G.M. şöyle diyordu: "Çocukken parkta oynarken annem beni Türkçe ismimle çağırırdı."
Neden acaba?
Gazeteler, Hrant Dink’in askerlik yıllarında sınavda tam puan almasına rağmen "çavuş" yapılmadığını da yazdı.
Hrant Dink’in bu nedenle asker ocağında ağladığı da gazetelerden aldığım notlar arasında.
Neden, ne oldu da Hrant’a "bir çift pırpır" çok görüldü?
Gazeteler, televizyonlar Hrant Dink’in çocukluğunu bir Ermeni yetim yurdunda geçirdiğini, eşiyle de orada tanıştığını, sonra yine bir Ermeni yetim yurdunda görev aldığını anlatıyor.
Birçoğumuz gözlerimiz yaşararak okuduk, dinledik bu hayat öyküsünü.
Ama eminim ki o sırada hiçbirimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vakitler bu yetim yurtlarının tek gelir kaynağı miras bağışlarına el koyduğunu, bu yurtları parasızlıktan kapanmaya zorladığını bile hatırlamadık.
Bu durumu düzeltecek kanunun hálá TBMM’de, davaların AİHM’de olduğunu da hatırlayalım, hep birlikte.
Bir yandan ağlarken, bir yandan düşünmemiz gereken o kadar çok şey var ki!
Emniyet Müdürü görevinden alınmalı
ÖNCEKİ gece televizyonda katilin yakalandığını anlatan haberleri izlerken İstanbul Valisi Muammer Güler’in, "bu başarı nedeniyle" polisi kutladığı konuşmasını dinledim.
Yanında da özenle taranmış, kesilmiş bıyıklarıyla İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah duruyor, hafifçe başını sallayarak Vali’yi onaylıyordu.
Katilin bu kadar çabuk yakalanmış olmasından dolayı elbette polislerimizi kutlamamız gerekiyor.
Ama bu "başarı", başımızı döndürmesin.
Şu koca İstanbul’da "ölüm tehdidi" altında yaşayan, hatta bunu gazetesindeki köşesinde de açıkça yazan kaç kişi var?
İstanbul Emniyet Müdürü’nün görevlerinden biri de bu kişileri korumak değil mi?
"Başarı", tesadüfen bir güvenlik kamerasında görüntülenen katili yakalamak mı, yoksa o cinayetin işlenmesini önleyebilecek tedbirleri önceden almakta mıdır?
Yetkililer "Hrant koruma istemiyordu" diyorlar.
Bir vatandaşın korunması için mutlaka "korunma talebine" mi ihtiyaç var?
Hrant gibilerin ve tüm vatandaşların korunması bu devletin emniyet görevlilerinin işi değil mi?
İstanbul Valisi, vilayet binasında Hrant Dink’e bazı uyarıları ileten kişinin "istihbarat görevlisi" olduğunu söylüyor.
İstihbarat görevlilerinin işi, tehdit altındaki kişilere nutuk atmak mıdır, yoksa bu tür suçların işlenmesini önleyecek istihbaratları toplayıp, gerekenleri yapmak mı?