Güncelleme Tarihi:
Bazı tarihler vardır, biz gazeteciler kullanırken çoğu zaman yanına aksesuar takmaya gerek duymayız. Bilir herkes çünkü tarihte o günün taşıdığı zaferi ya da hüsranı. Şimdi anlatacağım durumun merkezindeki ‘o gün’ ise Türkiye’de yaşayan bizler açısından en hafif tabiriyle ağır bir yük taşıyor.
24 Nisan daha 8-10 yıl öncesine kadar Türkiye’de ‘sözde Ermeni soykırımı iddiaları’ ya da ‘asılsız Ermeni iddiaları’nın anıldığı gündü. 2008’de Ankara ile Erivan arasında futbol diplomasisi üzerinden bir yakınlaşma başlayınca daha önce ana akımda kullanılan kavramlar yerini daha steril bir ifadeye bıraktı: 1915 olaylarını anma günü. Diplomatik ilişki kurmak için başlayan süreç rafa kalktı ama dilimizdeki izleri baki kaldı. Devletin tepe noktasındaki isimler dahi artık açıklamalarını aynı ifade üzerinden yapıyor. ‘Soykırım katiyen demem ama sözde/iddia/asılsız falan da demiyorum siz anlayın’ hali.
ADINI SEN KOY ARKADAŞIM!
PEKİ ADINI KİM KOYUYOR?
‘Soykırım Müzesi’nde 1915’e dair birçok fotoğraf var. Anadolu köylerinden sürülen Ermeniler ve çocukların fotoğrafları içinde bulunduğumuz atmosferi daha da ağırlaştırıyor.
Bu rakam bugün yeni bir parlamentonun ‘soykırım tanıma’ kararıyla değişmediyse; dünyada 24 ülke, 4 uluslararası kuruluş ve ABD’deki 50 eyaletten 43’üne karşılık geliyor.
İşte adı bile ayrı bir travma yaratan o günün 100. yıldönümünde biz Hrant Dink Vakfı’nın davetlisi bir grup gazeteci, dünyadaki anma törenlerinin merkezi olan Ermenistan’ın başkenti Erivan’a doğru yola çıktık. Duygu atlasımızın dip köşesine, olgunlaşmasına bir türlü izin vermediğimiz toplumsal belleğin köklerine uzanan bir yolculuk oldu.
SARKİSYAN BİR SİGARA YAKIYOR
24 Nisan’daki resmi törenden bir gün önce Ermeni Apostolik Kilisesi’nin Merkezi Eçmiadzin’de büyük bir ayin var. Hava ılık. İki gün önce özel bir mülakat için makamında görüştüğüm Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’la aynı anda tören alanına varıyoruz. İlk önce anlamıyoruz o olduğunu. Zira şakırtılı bir konvoy falan yok etrafta; hepi topu bir makam ve iki koruma otomobili. Sarkisyan ve eşi protokolde yerlerini alır almaz din adamları Ermeni Apostolik Kilisesi’nden çıkıp tören alanına doğru insan koridorunun arasından yürümeye başlıyor. Aslında beklediğim kadar kalabalık değil. Soykırım Anıtı’nın bulunduğu Tsibirnad Tepesi’ndeki izdiham yok burada.
ÇOCUKLARA SIĞINIYORUM
Eçmiadzin’de beyaz ‘I remember and demand’ (Hatırlıyorum ve talep ediyorum) tişörtleri içinde çimlere uzanmış çocuklara sığınıyorum. Paris’teki bir Ermeni okulunun öğrencileri. Yarı Fransızca yarı İngilizce sohbet etmeye başlıyoruz. Hepsi Fransa doğumlu ancak anneler, anneaneler Türkiye’nin dört bir yanından. Ailesi Tokat’tan olan 14 yaşındaki Liana Bal’ın Türkçesi, şakasıyla yüreğimi hoplatacak kadar iyi; “Bizde düşmanının dilini iyi öğren derler” diyor, sonra gülmeye başlıyor. “Tabii ki Türkleri düşman görmüyorum. Ama soykırım inkar edilince biraz sinir oluyorum” diyor. Çocuklara sığınmakla iyi etmişim, yaşam enerjileri içimi sarıyor. Yaşasın bütün çocuklar diyorum içimden.
OBAMA BU SEFER DE DEMEZSE...
24 Nisan öncesinde pek çok siyasetçi, sivil toplumcu, akademisyen, gazeteciyle görüşüyoruz. En bomba karakterlerden biri Türkiye’de ‘ağır Ermeni milliyetçisi’ diye tanınan Taşnak Sütyun’un Uluslararası Sekreteri Giro Manoyan. Kendilerine yakıştırılan milliyetçi yaftasından fazla hoşnut değil, sosyalist damarı koyu. Laf Obama’nın bu sene ‘soykırım’ yerine yine başka bir ifade kullanıp kullanmayacağına gelince Manoyan adeta kara mizah yapıyor: ‘100. yıl için Washington’da 7-9 Mayıs’ta yapılacak törene kadar vakti var. 9 Mayıs 2015’e kadar hâlâ soykırım dememiş olursa bence zahmet etmesin Türk cumhurbaşkanının diyeceği günü beklesin’.
ASİ ÇOCUKLAR GECEYİ SALLIYOR
Randevudan randevuya koşarken arada ‘Soykırım Anıtı’ndaki 24 Nisan töreninden önceki gece müzik grubu ‘System of a Down’ın konserine ev sahipliği yapacak olan Cumhuriyet Meydanı’na uğruyoruz. Türkiye’yi hedef alan siyasi içerikli bir şarkıyla 2009 Eurovision’da Ermenistan’ı temsil etmesiyle gündeme gelen grup özellikle lise çağındaki Ermeni gençlerin gözbebeği. Nitekim 100. yıl etkinliklerinin bir parçası olan konser, çılgınca yağan yağmura ve birkaç saat önceki dini ayine rağmen çok rağbet görüyor. Gece kulüpleriyse 24 Nisan için bir günlüğüne kepenk indiriyor.
‘SOYKIRIM ANITI'NDA FLAŞLAR ÜSTÜMÜZDE
Gezinin bizler açısından en hassas ziyaretlerinden biri ‘Soykırım Müzesi’. 5-10 yıl öncesine kadar müzeye giden her Türk gazeteci Ermeni televizyonlarına haber olurdu. O bakımdan bir normalleşme olduğunu söylemek mümkün. Ancak yine de özel muamele görüyoruz. Müze Müdürü Hayk Demoyan, dünyadan gelen VIP heyetlere yaptığı gibi bize de özel tur yaptırıyor. Bizim foto muhabirlerinden çok müze fotoğrafçıları çalışıyor. Onlarca fotoğrafımın çekildiğini hissediyorum. Adeta sergiyi gezerken yüzümün aldığı ifadeleri kare kare fotoğraflıyorlar. Ya da ben gördüklerim karşısında yaşadığım duygu yoğunluğunun yüzüme vurduğuna emin olduğumdan böyle hissediyorum. Utanıyor insan haliyle, utancı bu kadar ayan beyan yaşadığı için bir kez daha utanıyor.
4 yıldır 100. yıl anması için restorasyonda olan müze bambaşka bir yer olmuş. Fotoğraf ve belgeler dijital ortama taşınmış, eskiye oranla daha sofistike bir sunum ve ışıklandırma söz konusu. 12 galeri ve 90 bin parçadan oluşan serginin ana aksı 1915’teki tehcir süreci ve sonuçları. Ancak serginin açılışı, 1707’de İslamiyet’e dönmeyi reddeden Ermeni rahip Gomidas’ın asılmasını tasvir eden gravürle yapılmış. Demoyan, Ermenilere yönelik nefret tohumlarının birkaç yüzyıl geriye gittiğini savunuyor. Müzede hem İttihatçı Paşalar, hem de II. Abdülhamit ziyadesiyle teşhir ediliyor. Yabancı yayınlara, özellikle de dönemin Batılı gazetelerinde çıkmış olan haberlere büyük yer verilmiş.
ENVER PAŞA'NIN ISLAK İMZASI
Tam belgeden çok fotoğraflara dayalı bir kürasyon yapıldığını düşünmeye başladığım anda Hayk Demoyan elindeki dosyadan, Enver Paşa’nın ıslak imzasının olduğu bir belgeyi çıkartıyor. O tarihte Harbiye Nazırı olan Enver Paşa’nın Osmanlı ordusunda savaşan Ermeni komutan Sarkis Torosyan’a üstün başarıları nedeniyle yazdığı takdirname bu. Demoyan, Enver Paşa’nın Torosyan’ın ailesinin bile tehcire gönderilmesine engel olmadığını anlatıyor. Demoyan’ın elindeki belge müzenin sıradan ziyaretçilerinin görebileceği bir şey değil. Müzenin nasıl bir arşive sahip olduğunu tahayyül etmek açısından iyi bir ipucu oluyor bu. Nitekim 10 dakika sonra Demoyan elindeki dosyadan başka bir belge çıkartıyor. Bu da Osmanlıca; bir Ermeni mülküne el koyan müsadere belgesi. Demoyan "Bakın Türkiye’nin arşivlerini açmasına gerek kalmadan da ulaşabiliyoruz bazı şeylere” diyor. Nasıl elde ettiklerini soruyorum. “Kaynağını açıklayamam, özel belge" diyor. Oysa diyasporaya ellerindeki bütün belgeleri arşivlerine teslim etmeleri için çağrı yaptıkları biliniyor.
Müzenin son galerisinin son panosunda Hrant Dink cinayeti var. Türkiye’de Ermeni halkına yapılan zulümlerin son perdesi olarak kurgulanmış. Dink’in yerde yatan bedeni, cenazesindeki ‘Hepimiz Ermeniyiz’ pankartlı on binler ve Türk bayrağı önündeki Ogün Samast sergilenen fotoğraflar arasında. Dikkatimizi çekiyor; Hrant’ın bir porte fotoğrafı yok.